Hayata Notlar / Tevazu / Ekim 2020

Kâinatta yaratılan sonsuz mahlûkatın en donanımlısı en şereflisi insandır. Halifelik makamına layık görülen insana eşyanın hakikati öğretilmiş, meleklerden ve cinlerden üstün yaratıldığı da bu yolla gösterilmiştir.

Şimdi diyeceksiniz ki dünyayı yakıp yıkan, canlılara zarar veren, birbirini öldüren bir mahlûk nasıl olur da tüm kâinatın en şereflisi olur? Bizim inancımıza göre her yeni doğan çocuk tertemiz bir fıtratla yaratılır. Sonra ailesi,sosyal çevresi, gördükleri, duydukları ve yaşadıkları ile ya fıtratın özüne erişerek ya da insanlık vasfını kaybederek yaşamını sürdürür.

İnsanı bir vazifeyle yaratan ona şeref bahşeden, “başının çaresine bak; kendi yolunu kendin bul” dememiş, elçiler, kitaplar, veliyullah dediğimiz Allah dostları ile doğru yolu aydınlatırken, ayetlerle, hadislerle, örnek olarak gösterdiği yaşanmış kıssalarla, nefis ve şeytanın karanlık yolunu apaçık bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Elçiler, kitaplar, Allah dostları, ayetler, hadisler, kıssalar, insanın dünya yolculuğunda özünü keşfedip, yaratılış potansiyelini açığa çıkararak neşvünema bulmasına, insanın Rabbine mazhar olmasına, cennete layık seviyeye gelmesine yardım için gönderilmişlerdir. Hepsi bu yolda insanı kulluğun zirvesine taşıyacak işaret fenerleridir.

“İman insanı insan eder belki insanı sultan eder.” (Bediüzzaman)

İnsanın ne kadar insan olduğu, üstünde taşıdığı meziyetlerle de alakalıdır. Bu meziyetlerin en başında “tevazu” gelmektedir. Türkçe ’de alçak gönüllülük sözüyle ifade edilen tevazu, tasavvuf kaynaklarında; hem Allah kul ilişkisi hem de insanların birbirlerine karşı tutumu bağlamında ele alınmıştır. Tevazu Hakk’a teslim olmak, Hak karşısında hiçliğinin idrakine erebilmek ve hükmüne itiraz etmemektir. Tevazu; kibrin karşıtı olup kişinin başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan kendini arındırmasını ifade eder yani kişinin kendisinde bulunan ilim, mevki ve mal gibi her hangi bir nimet sebebiyle, bunlardan mahrum olanlara karşı üstünlük iddia ederek maddî manevi haksızlık yapmamasıdır. Tevazu; ‘aza razı olma ve halkın yükünü çekme’ diye de tanımlanır.

Tevazu kulluk şartları arasında yer aldığından takva ehlinin en üstün ahlâkî özelliği ve şeref sebebi sayılmıştır. Hz Lokman’ın oğluna nasihatlerini içeren ayetlerde tevazunun yüksek bir ahlâkî erdem olduğuna dikkat çekilir. Ayrıca kibirlenme, övünme, böbürlenmeyi kınayan çok sayıdaki ayet, tevazunun ahlâkî bir ödev olduğunu da gösterir. Bizim inancımıza göre gerçek anlamda büyüklük Allah’a mahsustur. Ulu ve büyük olan yalnızca O’dur. Şu halde insanın kendinde büyüklük görmesi her şeyden önce Allah’a karşı saygısızlıktır. Bu yüzden pek çok ayette büyüklük taslayanlar ağır biçimde eleştirilmiştir. İblisin Allah katından kovuluşunun asıl sebebinin kibre kapılarak başkaldırması olduğu bildirilmiştir zira Allah kibirli davrananları sevmez. Ayet-i kerimede buyrulur ki:

“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir.” (el-Kasas, 83)

İslâm gerçek itaat ve tevazunun başlangıç noktasıdır. Allah Rab, insan abd olup, kulun görevi Rabbinin karşısında tevazu göstermesidir. İslâm kelimesinin zengin içeriğinde Allah’ın iradesine teslimiyet ve tevazu kavramı bulunduğu gibi ibadet ve ubudiyette de “tevazu göstermek” manası vardır. İslam’dan önce Allah’a inanıp putlara tapmak gibi şirk üzerine kurulmuş bir inanç sistemi yaygın iken İslâm “bütün kâinatın sahibi” manasındaki Allah kavramını zihinlere yerleştirerek Allah ile insan arasındaki münasebette bir değişiklik oluşturmuş, böylece ibadet kavramı merkezî bir konum kazanmıştır. Cahiliye döneminde, toplumdaki kişilerin ahlâk anlayışında; sertlik, başkaldırı, taassup, kibir ifade eden kavramlar hâkim iken vahyin kalplere yerleşmesiyle; teslimiyet, itaat ve tevazunun ifade ettiği hasletler belirgin olmuştur.

Osman Nuri Topbaş Hoca Efendi mütevazı insanın özelliklerini şöyle sıralamıştır:

  • Mütevazı mümin affedicidir. Affede affede, ilâhî affa lâyık olmanın gayreti içinde bulunur.
  • Mütevazı mümin, kötülüğe dahi iyilikle mukabele eder.
  • Mütevazı mümin, başına gelen eza ve cefaları, kendisi için bir tezkiye ve ecir vesilesi addeder. Sabır, rıza ve hamd hâline bürünür.
  • Mütevazı mümin, cömert olur. Çünkü kendinde bir varlık görmez, elindeki varlığı kendine izafe etmez. Kendini bir emanetçi görür. Bu yüzden, Hak’tan geleni yine O’nun yolunda sarf etmek, mütevazı kula zor gelmez. Bilâkis infak edebilmek, ona tarifsiz bir lezzet verir.
  • Mütevazı mümin, hizmet ehli olur. Yüksek bir mesuliyet duygusu içinde, kendisini hizmetle mükellef görür.
  • Mütevazı mümin, fedakârdır, zariftir, ince ruhludur.